Skip to content. | Skip to navigation

Personal tools

Navigation

You are here: Home / 2013 / Türkiye'de Mayıs-Haziran İsyanı -I

Türkiye'de Mayıs-Haziran İsyanı -I

by TIKB, 2 Haziran 2013

Türkiye'nin toplumsal mücadeleler tarihinde yeni bir sayfa açıldı.

31 Mayıs'tan bu yana kelimenin tam anlamıyla tarihsel günler yaşıyoruz. Sayıları her geçen gün ve saat katlanarak büyüyen yüzbinlerce insan günlerdir çok sayıda kentin meydanlarında polisle göğüs göğüse militan çatışmalara giriyor. Faşist devlet terörünün bütün azgınlığına karşın dağılmıyor, gerilemiyor, pes etmiyorlar. Sergiledikleri kararlılık ve gözüpeklikle tam tersine onlar devleti 'yoruyor', dengesini bozuyor, geri çekilmek mecburiyetinde bırakıyorlar.

İsyanın fitilinin ateşlendiği Taksim başta olmak üzere Ankara'nın Kızılay'ı, İzmir'in Konak'ı gibi onlarca yıldır kitle gösterilerine kapalı ve yasak olan alanlar özgürleştirilmiş durumda.

(…)

Hiç ummadıkları bir öfke patlamasıyla karşı karşıya kalmış olmanın şaşkınlık ve giderek büyüyen paniği içindeki AKP sözcüleri ile sermayeye ve iktidara yalakalık ruhlarına sinmiş kimi alçaklara bakacak olsanız direnişin bu kadar büyüyüp inatçılaşması tamamen “polisin uyguladığı ölçüsüz şiddetin sonucu". Bu tezin sahiplerine göre, “Gezi Parkı'ndaki ağaçların kesilmesini engellemeye çalışan küçük bir gruba polis eğer o kadar sert davranmasaydı bu iş bu kadar büyümez, tepkiler de yatışır giderdi”.

Gösterilere katılan çevreler içinde de geniş bir kesimin paylaştığı bir başka tez ise, gelişmeleri daha çok son döneme özgü konjonktürel bazı gelişme ve nedenlerle açıklama eğiliminde. Onlara göre, bu öfke patlamasının gerisinde, AKP kadrolarının en başta da Tayyip Erdoğan'ın küstah ve kibirli tutumlarına duyulan kızgınlık yanında farklı kesimlerin hükümetin farklı konulardaki politika ve uygulamalarına duydukları tepkiler yatıyor.

Bunlar elbetteki son patlamanın gerisinde yatan önemli etkenler arasında. Harekete geçen kesimlerin bileşiminden tutalım dalganın bu denli hızlı yayılışına dek isyanın gelişiminde bu etkenlerin rolünü çıplak gözle bile görebilmek mümkün. Fakat her şey sadece Tayyip Erdoğan'ın kibri ve küstahlığıyla AKP'nin son aylarda giderek daha fazla tepki uyandıran kimi karar ve politikalara indirgenebilir mi?..

Bu aslında bunların da temelinde yatan asıl belirleyici etkeni gözden kaçırmakla kalmayıp perdeleyen bir yaklaşım anlamına gelir.

Bu, ne salt AKP dönemine özgü ne de salt AKP'nin son dönem icraatlarına duyulan tepkiyle sınırlı...
Olayın görünürdeki nedenini oluşturan Gezi Parkı'ndaki ağaç katliamının gerisinde de bu gerçek yatıyor. Sağlık, eğitim, barınma gibi en temel insani ihtiyaçları dahi metalaştırmakla kalmayıp kentleri, köyleri, ormanları, dereleri yağma ve talan alanları haline getiren sınır ve ölçü tanımaz bir kar açgözlülüğünün yarattığı tiksinti yatıyor. Çerçevesini “sosyal demokrat” Kemal Derviş'in çizdiği IMF-Dünya Bankası politikalarını köpeksi bir sadakatle uygulamakla kalmayıp sürekli güncelleyerek derinleştiren AKP'ye ve onun başındaki Recep Tayyip Erdoğan'a duyulan tepkinin gerisinde de bu etken var.

Bu yüzden değişik kesimlerde farklı neden ve yoğunluklarda öfke birikimine yol açan her şey aslında birer 'sonuç'.

Neoliberal saldırgan açgözlülük, buraları da rant alanları olarak gördüğü ve değerlendirmek istediği için işçileri, emekçileri, kent yoksullarını, muhalifleri bu merkezlerden olabildiğince uzağa sürme isteği ve çabası içinde. “Kentsel dönüşüm” yağması burjuvazi için sadece yeni ve karlı bir rant alanı değil. Toplumsal-politik anlamda da kentleri bütünüyle denetim altına alıp sadece parası olanlar için yaşanılabilir mekanlar haline dönüştürmeyi hedefleyen bir toplumsal mühendislik ve rejim yapılanmasının konusu. İslamcı neoliberal AKP'nin, kapitalizmin tapınakları olarak AVM'lerle İslamın simgesi camileri aynı anda gözün görebildiği her yere inşa etme hırsı ve pervasızlığının gerisinde ve kesişme noktasında bu gerçeklik yatıyor.

Neoliberal kapitalizmin açgözlü saldırganlığına duyulan tepkilerin kentlerin tarihsel meydanlarını ele geçirme hedefinde birleşmesi ve bu temelde gelişmesinin gerisinde de bu etken var. Meydanlar, bu yüzden, burjuvaziyle onun açgözlülüğüne sömürü, talan ve baskılarına karşı biriken tepkilerin kesiştiği ve karşılıklı çatıştıkları alanlar özelliğini kazanıyorlar.

Türkiye'deki Taksim İsyanı'nın da bir yönüyle ona güç kazandıran ama bir yönüyle de onun stratejik zayıflığını oluşturan nokta, hareketin belirli bir programdan, somut stratejik bir hedef ve yönelimden yoksunluğu oluşturuyor. Bu boşluk giderilmediği, canlılığını halen koruyan direnişlere daha üst düzeyde merkezi bir biçim ve bunu da kazandıracak olan tanımlanmış somut hedefler kazandırılmadığı sürece günlerdir gaz sağanakları altında yiğitçe direnen kitlelerin yorulması ve hareketin bir biçimde sönümlenip geriye çekilmesi de kaçınılmaz.

Tarihsel bakımdan isabetli ve ön açıcı bir öncülüğün bu hayati sorumluluğunu yerine getirebilmek için elbette sadece hareketi doğuran nedenlerin doğru çözümlenmesiyle de yetinilemez. Bu çözümlemenin aynı zamanda hareketin ruhuna uygun, onun asgari ölçülerde de olsa ortak çizgi ve beklentilerini yansıtacak bir gelecek perspektifiyle de birleştirilmesi şart.

(…)

Ufku sadece AKP karşıtlığıyla sınırlı bir “devrimcilik” ya da “sosyalistlik”in de, bu çevrelerin değirmenine su taşıyıp niyet ve amaçlarının tümüyle farklı ve halisane olduğu durumlarda dahi onların bayraklarını taşıyan bir konuma düşmekten kaçınmaları mümkün değildir).

Bu harekete süreklilik kazandıracak olmakla kalmayıp onun kendine olan güvenini artıracak şekilde somut kazanımlar elde edebilmesi için de gerekli olan bir perspektif ve talepler dizgesi isyanın temelinde yatan neoliberal kapitalizm karşıtlığını esas alan bir perspektifle örülmelidir.

Oturduğu yerden ahkam kesen “püriten” solculuk-sosyalistlik “iddiaları”nın ruhunu ve görüntüyü kurtarmak için her şeyi içine doldurdukları bir devrim programının inşa edilmesi olarak anlaşılmamalıdır. Kendiliğinden patlak vermiş olan bu tepki birikiminin temelinde yatan etken kadar onun heterojen bileşiminden henüz olgunlaşmamış ve sindirilmemiş ham yönlerine kadar zaaflarını ve zayıflıklarını da gözönünde tutan devrimci olduğu kadar gerçekçi bir sosyalist yaklaşımla hareket edilmelidir.

Her yeri AVM'leştirme hırsı yanında toplumsal yaşamın her alanını metalaştıran neoliberal açgözlülüğü hedefe çakan talep ve sloganlar mutlaka öne çıkarılmalı, harekete yön ve karakterini bunların vermesi için sabırlı ve inatçı bir çaba sergilenmelidir.

2 Haziran 2013

Document Actions